Çarşamba, Şubat 24, 2010

Gizli Öznemsin Benim

Gizli öznesin sen yüreğimde

-- imla kurallarını aşar bu sevda..seni sevdikçe..

gizli öznesi bol cümleler kuruyorum
“seni seviyorum”
kimi?
seni..
öznesini yüreğimde tutuyorum

noktaları kaldırdım
sana uzanan her kelimeyi,
virgüllerle uzatıyorum
yan yana oldukça çoğalacak,
dolaylı tümleçlerimiz
biriktirdiğim bütün belirtili sıfat tamlamalarını,
senin için koruyorum
...üç noktalar sana olan suskunluğum / susuzluğum
herkes duysun bu sevdayı diye,
avuçlarımdan gökyüzüne ünlemler gönderiyorum

devrik bir cümleydim senden önce
grameri bozuk bir yürek yangınıydım
sen geldin,
yerli yerine oturdu kelimeler
noktalı virgülle uzatıyorum hislerimi sana,
ulaşabildiğin yerden tamamlarmısın..?

özel isimleri büyük harfle başlayarak yazıyorum
yani adını
yani sevdanı
dahası bizi
parantez içinde yaşadıklarımız var,
aman kimse duymasın
tırnak içine aldım bendeki yerini,
kem gözlerin nazarı dokunmasın

haydi!
bir kesme işareti gönder bana,
ismimim dudaklarından çıkışını yazayım
haydi!
iki nokta üst üste gönder bana,
bende ne kadar var olduğunu sana açayım

gizli öznesi bol cümleler kuruyorum
“seni seviyorum”
kimi?
seni..
öznesini yüreğimde taşıyorum

Pelin Onay

Kimbilir, belkide bir kesme işareti göndermeni bekliyorum, isminin dudaklarımdan çıkışını yazmak için...

Pazartesi, Şubat 22, 2010

MADEM İYİSİN

Anladık iyisin,
Ama neye yarıyor iyiliğin.

Seni kimse satın alamaz,
Eve düşen yıldırım da
Satın alınmaz
Anladık dediğin dedik,
Ama dediğin ne?
Doğrusun, söylersin düşündüğünü,
Ama düşündüğün ne?
Yüreklisin,
Kime karşı?
Akıllısın,
Yararı kime?
Gözetmezsin kendi çıkarını,
Peki gözettiğin kimin ki?
Dostluğuna diyecek yok ya,
Dostların kimler?

Şimdi bizi iyi dinle:
Düşmanımızsın sen bizim
Dikeceğiz seni bir duvarın dibine
Ama madem bir sürü iyi yönün var
Dikeceğiz seni iyi bir duvarın dibine
İyi tüfeklerden çıkan
İyi kurşunlarla vuracağız seni
Sonra da gömeceğiz
İyi bir kürekle
İyi bir toprağa.


Bertolt Brecht

Perşembe, Şubat 18, 2010

GÜLÜŞÜN

bir avuç duru sudur gülüşün
gülüşün bir pınar başında
yüzüme serpe serpe serinlediğim
seher yelidir
okşar kanatlarını yüreğimin
maviye değer başım

zaman kavramının dışında
yelkovanın akrebi yirmidört kez çiğneyip geçtiği
doğanın bütün kanunlarını ihlal edip
kavrulup savrulan bir kumsalda
susuz yeşeren narin bir çiçektir gülüşün

ve biz ondan öncesini unutmuş olarak
aşka dairlerin ütopyasını çizdik yürek haritamıza
sen orada, ben burada

alıp avuçlarımın arasına iki yanağını
süzüp ışıltısını kirpiklerimden gözlerinin
nariçi dudaklarında
otuziki diş öpüşümdür gülüşün

nakışlayıp adını yüreğimin kabzasına
sesinin her telini sarıp belleğime
yorgan misali gecelerce örtündüğüm
gökyüzüdür gülüşün

duruşun halkım
mabedimdir gülüşün
ötesi uçurum olsun varsın
düşüp ölmek sende güzelleşir

sende ben
aşkın evrensel gizemini sevdim
kırlangıçların göç göç gidip gelişini
güvercinlerin bahar coşkusunu
yasakları
ve yasakların yasak tutkusunu
sende ben
unutmamayı
bir de unutulmamanın onurunu sevdim

ülkem bakışlım
hadi tut ellerimden sıkıca
bir türkünün bilinmeyen ırasını fısılda
olanca sıcaklığını bırak içime
iki dudak arası bir öpüş yansın
sende ben
türkü türkü ülkemi sevdim...

Meral Vurgun

YATIK SEKİZ

Bitti mi? Yok hayır, aksi gibi yeni başlıyor...

Öyle lokanta felan gibi bi yerden dönüyorduk galiba. O zamanlar çalıştığımız gazetenin
verdiği bir yemek filan olabilir. Ama gerçekten, oraya niye gitmiştik, ne vesileyle
masamızda ünlü bir sinema artisti vardı, Yasemin’le neden tartışıp küsmüştük, hiç mi hiç
birini hatırlamıyorum. Sonradan öyle utandım ki, beynim önemli bir kısmını silmiş.
Dönüş yolunu aynen hatırlıyorum ama. Arabayı Hasan Abi kullanıyordu, yine, niyeyse o artist
bizim arabada önde oturuyor, arkada da Yasemin’le ben... İçtiklerimin etkisiyle anlatılmaz
şekilde çişim gelmiş. Kimseden değil ama arabadaki o çok ünlü kadından utandığım için,
“Şöyle bir kenarda dursak abi” diyemiyorum... O kadın arada bir şevkatle bana bakıp gülüyor.
Çişimin geldiğini mi anlıyor, yoksa sarhoşluğuma mı gülüyor bilmiyorum... Ve tabii ara sıra
Yasemin’le gözgöze geliyoruz. Pis bir kırgınlığa, kedere kapılıyorum, biri ölüp gitmiş
sanki. Çok derin bir nefes almak istiyorum, yani olsa, atmosferi hidrosferle beraber
yutucam...
Çatlıyodum heralde. Bi laflar geveleyip arabayı yol kenarında durdurdum.
Nasıl güzel bir yaz gecesi. Artistin parfümü mü öyle çiçek kokuyor, yoksa havadan mı?
Otoyolun hemen kenarındaki az eğimli bir tepeye yürüyüp rahatladım. Sonra demin sözünü
ettiğim nefesten aldım bi tane... Verdim... Oraya çimenlerin üstüne oturdum kaldım.
Arabadakileri unuttum heralde. Yani, her şeyi unuttum. Sadece o nefesten bir tane daha almak
istiyordum, o kadar. Neden sonra Hasan Abi’nin sesi duydum “ İyi misin baba, geliyim mi?”
diye sordu. “Geliyorum” filan dedim galiba. Sonra onu da unuttum. Yasemin seslendi bi ara.
Aslında kalkıp gidicem, hani öyle ayakta duramayacak kadar değilim, ama unutuyorum...
Yani... Herneyse, az sonra zıpkın gibi ayağa fırladım, nerdeyse arabaya doğru koşucaktım.
Çünkü artist arabadan inmiş bana doğru geliyordu. Çok ayıptı lan, kadıncağızı tamamen
unutmuştum. “Yok yok gelme otur orda bi sigara içelim” dedi.
Bundan sonrasını harfien hatırlıyorum. Rezalete bak yaa, koca artist beni avutmaya geliyo.
Köprüye çıkmış gibi lan ne fena. Oysa valla önemli bi derdim yok, o kadar sarhoş da değilim.
Sadece o an için arabadakileri unuttum işte.Yanıma oturdu sigara içiyoruz. Çok utandım ya,
kafam cin gibi çalışıyo artık.
“Yaa çok özür dilerim sizden. Hafif başım döndü oturup kaldım buraya. Sizi de geç bıraktım”
filan dedim.
O hiç bişey söylemedi ama. Susmuş, anne şevkatiyle öylece bana bakıp gülüyor. Bir ara sigara
içerken, oynadığı bir filmdeki haline benzedi. Ben hala durumu açıklıyorum. Muhtemelen aynı
şeyleri tekrar ediyorum. Yasemin’le Hasan Abi de aşağıda araba başında sigara içiyolar... Oh
ne güzel, herkese rezil olduk. Diğerleri neyse de... Sonra, artist beni susturup saçlarıma
şakadan vurarak
“Ne güzelsin yaa” dedi.
“Ehe, yalan değil içince kafam güzelleşti biraz” dedim utanarak.
Ardından hiç bir filminde görülmeyen, dingin, tuhaf bir yüzle otoyolda hızla giden arabalara
daldı...Gözleri daha çok yolda, bazen dönüp bana gülerek konuştu:
“Herkes bu kadar sarhoş olup kaybolamaz. Ne şimdi, ne de yarın ayıldığında, pişman olma emi.
Hem seninki içkiden değil çok belli ki Yasemin’den... O da ne hoş yaa. Ne kadar güzelsiniz.
Ne kadar güzelsiniz... Bak bi daha söylüyorum, utanılacak bişey yok. Aşkı başka bişey sanan,
içki içip kaybolmaktan sadece kusup devrilmeyi anlayan o kadar çok insan var ki...”
Bu şimdi oynuyo mudur? Artist kısmısı istediği vakit oynar mı hakkaten. Artık orta yaşta
zaten. Belki, benim görmediğim bir filminde sarhoş kardeşini avutan bir abla rolü filan
vardır, bunlar o filmin laflarıdır. Yok ama ciddi sanki. Ya, ama ciddi olsa ne olur,
söyledikleri doğru değil ki. Neremiz güzel lan. Bitti işte. Hem mutlu olsa, kim kaybolmak
ister. Sürseydi tamamdı, güzel olurduk gerçekten. Ama şimdi bu ne ki. Böyle olamayanlar,
bunu bilemeyenler varmış. Ne mutlu onlara . Tamam üç beş fazladan mutluluğumuz, havalara
uçtuğumuz vardır. Ama bir o kadar da fazladan hüznümüz oluyo be güzelim.

“Ben bu hallere ‘şahane arızalar’ diyorum. Tamam bişeyler bozuluyo ama güzel bozuluyo” dedi
artist.
“Sonuç olarak ortada bi arıza var” dedi kalan aklım, otoyol temalı arıza resmine, kadrın sağ
alt köşesinden giren artiste bakarak.
“Dedim ya şahane bi arıza” dedi. Anne gibi saçlarımla oynadı.
Bu bir film olsaydı. Yönetmen “Kamyon geçti bi daha çekicez” deseydi, artist abla hareketini
tekrarlarken Yasemin bu tarafa bakıyor olsaydı, kamera yakın girip çatlayan Yasemin’i
görseydi.

Artist abla sigarasını bitirdi, binip gittik ... Gerçi söylediklerine aklım yatmadı ama yine
de kral bir insan. Hatta ne kadar güzel... Ben de O’na söyleyebilmek isterdim:
“Ne kadar güzelsiniz.”

Sonra bi kaç kez daha oldu bunlardan. Başlarken, yürek pıtırtılarına kapılmış, zıplayıp
gezegenlere kafa çakıcak gibi hissettiğimde ya da bitiyorken bıçaklayan sözler havada
uçuştuğunda, kaybolmalara gittiğimde... Birileri çıkıp “Ne güzel” dedi... “Bok güzel”
diyebildiklerim oldu, gerçekten öküz olduklarını ve hayatta böyle birşey yaşayamıycaklarını
düşünüp üzüldüklerim de.
Kimi zaman, durulur artık belki dedim. Olmazmış ama öyle... Asla olmazmış... Ölünceye
kadar...
70 li yaşlarında bir şair “ Babanız Yine Aşık Çocuklar” şiirini okuttu bana. O yaşta gülen
gözlerinden anladım, torunu bile anlardı, yine aşıktı. Tuhaf bir biçimde adamın o arıza hali
hoşuma gitti ama. Az kaldı ben de geyikleşip “artizlik” yapıcaktım amcaya
“Ne kadar hoşsunuz, ne mutlu size” diycektim...
Ne peki? Çok açık. Herkes kendinde olmayanı ister. Onlar sana “serseri” sen onlara “öküz”
dersin ama birbirinize imrenirsiniz. Onlar hep birbirleriyle yaşamaktan, sen o birini
ararken başlayıp bitenlerden yorgunsundur. Öyle mi, evet. Peki mutlu aşk var mıdır? Çocuklar
bile biliyo ki yoktur. E, tamam o zaman, sorusu olan yoksa dağılalım.
Yaa, kolay mı öyle. Var sayalım ki biri gelip hayatın böyle bir sırrını kulağınıza
fısıldadı. Bu ne işinize yarar ki?

Aksi gibi yeni başlıyo şimdi.

Nasıl olduğunu tam anlatamıycam. Yok o laflardan...
Bitince bitmiş oluyo, ilk başta en derin kesik sanıyorsun, sonra en azından görünüşte
kapanıyor. Ama başlarken. O nasıl bir kavga allahım.Biri gelip olan gücüyle duvarlarınıza
sarmaşık oluyor. “Git işine” diyosunuz, “Bi daha kaybolamam ben, daha yeni döndüm buralara.”
Dinlemiyor ama usul usul sarıyor duvarları “ Ya bensem” diyor. Eh be güzelim, ya yine sen
değilsen ama...

Uzanmış birbirimize şirinlik yapıyoruz.
“Hiç kimse için tam öyle biri yoktur ki” dedi.
“Oturup imal etmek lazım onu. Sen yapabilir misin?”
Başını göğsümden kaldırıp gözlerini gözlerime dikti.
“Yapabilsem senden yapardım bi tane daha” dedim. “ Bu burundan, bu dudaklardan, zor ama, şu
gözlerden.”
Utanıp başını indirdi, yine göğsümde kayboldu.
İyi de, başlarken söylüyo işte insan bu laflardan, noolucak ki... Aynı zihniyet, aşka final
cümleleri de benzer incelikte kuruveriyor.
Kafasını kaldırmadan konuşuyor şimdi :
“Ben seni kaç tane seviyorum biliyo musun? Üç tane, beş tane filan değil, sekiz tane... Ama
yatık sekiz.”
Doğruldu.
“Biliyosun di mi yatık sekizi?”
Parmağıyla havaya sonsuzluk işareti çiziyor.
“Yatık sekiz...Yani sonsuzluk demek”
Demesin ama böyle ...

“Şahane arıza” başgösterdi. Durduk yere kafamda bir final cümlesi dönüyor. Gidenlerden
birine söylemek istemiştim... Eyfel Kulesi’nin oralara gidiyordu. Son laflardan söyledi bi
sürü.
“Mamafih...” dedi.
“Mamafih” diye başlamamıştır heralde. Ama şahane arıza böyle bellek ve sözcük oyunları da
yapar insana.
“Mamafih. Bu tam bir gidiş değil. Geldiğimde gene gelirim...”
Cümlenin diğer tarafları şahane arızanın oyunlarıyla dolu olabilir. Ama “Geldiğimde gene
gelirim” bölümünü olan berraklığıyla hatırlıyorum.
Tabi uzaktan bakılınca sabit gibi görünüyodum ben öyle. O duvarlarla kimse bi yere hareket
edemezdi. Ben gidene kal diyemezdim. O geldiğinde gene gelirdi.
Arızanın en uç noktasında genel tuvalet talimatı beynimde olabildiği kadar zarif taklalar
attı:
“Nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak” demek istedim.
Finale en çok o cümle yakışırdı. Söylemedim tabi. Tren karşısında ikilemde kalmış, felsefi
uçurumlara düşmüş bir öküz gibi baktım durdum. Kimdi ulan o trendekiler? Nerden gelip nereye
gidiyorlardı? Gitmeye mecburlar mıydı? Beş N bir K... Şimdi bir de yatık sekiz...

“Ben seni kaç tane seviyorum biliyo musun? Üç tane, beş tane filan değil, sekiz tane... Ama
yatık sekiz.” Doğruldu “ Biliyosun di mi yatık sekizi.” Parmağıyla havaya sonsuzluk işareti
çiziyor. “Yatık sekiz...Yani sonsuzluk demek”

- Deme ama böyle. Bu çok ciddi ve bağlayıcı bir laf şimdi. Böyle olmadığını biliyoruz.
- Niye ki. Şu an ben böyle hissediyorum.
- Ama şu an.
- Aslında saatler hep yatık sekizi gösterir.
- Nasıl yani? Neyse konuşmayalım. Öyle olsun... Ne güzelsin şimdik sen.
- Hıı öyleyim, biliyom ben...
- Ehehe... Çok da alçak gönüllüsün.
- Bi saniye çekelim elimizi. Bilimsel bişey konuşuyoruz şurda. Her zaman dilimi ve şu an
sonsuzdur. Kantor’un içiçe aralıklar dizisini biliyoruz...
- Nerden biliyoruz?
- E, çok da kültürlüyüm bi taraftan. Kantor dizisinde her bir aralık sonsuz küçük parçaya
bölünebilir. Dolayısıyla sonsuza ıraksar.
- Bizim zamanımızda şairlerden filan alıntı yapılıyodu, matematikçilerden değil.
- Bak hala “bizim zamanımız” diyo yaa. Yok ööle bişey, yatık sekis diyom ben sana.

Evet yatık sekiz... Değil ama öyle olsun. Şu an için olsun peki. Bitip kaybolmak isteyinceye
kadar. Oturup günümüzün dolmasını bekleyelim. Hem belki o “şu an” lardan birinde takılı
kalırız. Olamaz mı? Şu an için o bile olucakmış gibi gözüküyo.
“Üç değil, beş değil, sekiz tane... Ama yatık sekiz.”
Ben de tekrarladım. Kendimi çok zorladım, biteceği zamana dair aklıma birşey gelmedi. Yine
çok mu acı çekerdik... Varsın olsundu. Hem, şimdi böyle sarılıp uzanmışken, o “artizin”
dediği gibi...
Ne kadar güzeliz... Ne kadar güzeliz.


Atilla ATALAY

Pazartesi, Şubat 15, 2010

Başı ve Sonu Yok

Benim de korkularım var kendime göre.
Bir patikada elinden tutmuyorsam,
Rüzgarlı günlerde gözlerini getirmek istemiyorsam aklıma,
Sarıldığımda ısıtacağını bildiğim halde,
Üşümeyi tercih ediyorsam,
Adını dilimin ucunda tutuyorsam bağırmıyorsam,
Bir sırça köşk gibi kalbim darmadağın...
Ya da uykusuzluğun adını koyamamışsam SEN diye,
KORKUMDAN ELBET.
Senden, seni daha çok sevmekten.

(Yazarını bilmiyorum)

Gelsin hayat bildiği gibi...

Birer birer kayıp giderde her bir sevilen, yenisi gelmez, eline geçmez hele ki değeri hiç bilinmeyen, yürekte varsa sevgiden de ötesi,
sen ağlasan da boş, ışıkta yaksan nafile, odan karanlık hep loş, hayatın emri hep koş, bayağı bir bekledim boş,
yaşantım sanki bir savaş ve hoşta bazen, ama ateş kesildiğinde ve de sular durulduğunda, yoksa hep gülerdi insan, hep kalırdı masum, saygıda bir kusur ettiğinde minnetinde değeri yok, kafalarda hesaplar yapılır ve mesafeler konur, fakat bu kalp unutmaz, unutamaz ki zaten, her kalp yıkılır ancak yenisi bulunamaz bir mesken, her anım birini özler, rüyada yolunu gözlediğim, düşünceler ve benliğimle canlanır tüm hatıralarım, bitince yalnızım, gözümü açtığımda kalmışım yanımda ailem ve birde arkadaşlarım….

gelsin hayat bildiği gibi gelsin, işimiz bu yaşamak,
unuttum bildiğimi doğarken, umudum ölmeden hatırlamak…

gelsin hayat bildiği gibi gelsin, işimiz bu yaşamak,
unuttum bildiğimi doğarken, umudum ölmeden hatırlamak…

Simdi boşuna bakma saate zaman geç oldu, dün annem elimi tutarken bugün 29′da doldu, vakit can almaz ancak can yakar,
fakat bir bekle bak, knock out olursan çok sakat, mücadeleyle geçen hayatta son round, kazanmak herkes ister,
ne istediğini bilmektir önemlisi var mı listen, hayallerin, hırsın, cesaretin, sabır selametimse intikam felaketimdir,
ne mektebimde vardı huzurum, ne vardı evde, çıkıp bir başıma ağlamaktı belki caddelerde, hayallerin kurulduğu ve düşlerin yok olmadığı, bu gözlerinse dolduğu, zamanın donduğu bir yerdeyim, düşünceler dumanlı dağlar aynı, gözse puslu, bir bakmışım mesafeler uzun ve tozlu, benimse yol yürür gider bir seyyah olurum, ne paranın bir değeri vardır aslında, ne de şerefle onurun…

gelsin hayat bildiği gibi gelsin, işimiz bu yaşamak,
unuttum bildiğimi doğarken, umudum ölmeden hatırlamak…

gelsin hayat bildiği gibi gelsin, işimiz bu yaşamak,
unuttum bildiğimi doğarken, umudum ölmeden hatırlamak…

Ameleydim eskiden şafak sökerdi her gün işe giderken, cebimde yoktu bir kuruş ve Üsküdar’ımın her bir yeri yokuş,
her gün yeni bir suç, ittiler fakat ben olmadım tuş, kanatlı doğmamış kuş, vakit hiç geçmemişti, ben hep aynı yerde saydım,
ekmekle vardı kavgam daha bir sertti günler, ve geçmişeydi saygım, gelecekti kaygım, kelebekti kalbim,
akar giderdim olsa bile bir derdim hep gülerdim, ve ağladığımı görebilen bir annem birde ben, inceden bir perde vardı gözlerimde,
göz görür fakat dilim susardı, ayaklarım, elim, kolumda bağlı, hayat bu dile kolay velakin her bir yerine ağrı,
ve kimi zaman düşündüm, aslında hiç üşenmedim ben hep düşündüm, hayata karşı dört silahşör hep güler sanmıştım,
bu öyle lanet olası tos bir pembe ki bir baktım her şey ciddi ve hemen uyandım…

gelsin hayat bildiği gibi gelsin, işimiz bu yaşamak,
unuttum bildiğimi doğarken, umudum ölmeden hatırlamak…

gelsin hayat bildiği gibi gelsin, işimiz bu yaşamak,
unuttum bildiğimi doğarken, umudum ölmeden hatırlamak…

Cuma, Şubat 12, 2010

İKİNİN ŞİİRİ

Bugün iki kez yağdı yağmur;

iki kez eskidim sanki.

İki ömrü kol kola yaşadım ben;

biri nergis bahçesi, diğeri mahşer yeri.

Hep iki şömine yandı yüreğimde;

birinde ateşti, diğerinde kül.

Ve iki kez âşık oldum;

bundandır iki kez ölmüşlüğüm.

Sonra bir serüvende ikiye böldüm ömrümü;

şimdi sömestrdeyim.

İlk iki kitabımdan sonra sıtmaya tutuldu coşkum;

daha depremlerleyim.

Ve iki kere iki,

kitabımda benim,

ya çok eder

ya sıfır...


Yılmaz Odabaşı

Perşembe, Şubat 11, 2010

Özletiyor Seni Bu Yağmurlar

Burada yağmur yağıyor
Aralıksız yağıyor günlerdir
Ama sen yine de şemsiyeni
Almadan gel ilk otobüsle
Buğulanan camlara usulca
Yüzünü çiziyorum ki yüzün
Bir yağmur damlası olup
Düşüyor yapraklarına gülün
Güller de bozamıyor bu uzun
Karanlık sessizliğini kentin
Anılarını yitiriyor sokaklar
Bezirgânlaşıyor bulvar ışıkları
Tarih de kekemeleşiyor bazen
Ki o zaman aşktır tek bilici
Aşksa yürümek gibi bir şey
Duyabilmek kuşların gelişini
Anısı bizsek eğer bu kentin
Unuttuğu türküler bizsek
Acıyı rehin bırakıp bir güle
Anımsatmalıyız bunları bir bir
Sonra yürümeliyiz seninle
Sokaklara caddelere çıkmalıyız
Belki bir aşktır bu kentin
Belleğini geri getirecek olan
Burada yağmur yağıyor ama sen
Şemsiyeni almadan gel yine de
Özletiyor bu çılgın sağanak seni
Sırılsıklam özletiyor biliyor musun

Ahmet Telli

Çarşamba, Şubat 10, 2010

Seni Özlemenin Kitabını Yazabilirim

Seni özlemenin
Ne demek olduğunu sor bana,
Yetmiş iki dilde anlatabilirim
Kitabını yazabilirim sayfalarca.
Yalnızlığın rezilliğini
Kokuşmuşluğunu
Ve çıplaklığını da.
Ama hiç kimse
Kavuşmanın güzelliğini
Sormasın bana / anlatamam.
Ben sana hiç kavuşmadım ki!

Bilmiyorum
Dudakların nasıldır.
Sıcak mı ateş topu kadar,
Yoksa soğuk mu
Buza kesmiş bir bardak su gibi?
Kıvrımlarına,
Kırmızı karanfiller mi tutunmuş,
Küle gizlenmiş kor mu var?
Tenime değdiğinde dudakların
Cemre mi düşer bedenime,
Mızrap değen bir saz teli gibi
Titrer mi yüreğim bilmiyorum.
Ben hiç dudaklarına dokunmadım ki!

Bir kadını sardığında kolların,
Ürkek ceylânlar
Nasıl kurtulur tuzağından?
Dolu yemiş yaprak gibi
Nasıl titrer bir yürek?
Ellerin nasıl okşar bir bedeni,
Goncalar
Nasıl güle döner sıcaklığınla / bilmiyorum.
Hiç sana sarılıp yatmadım ki!

Kısacası:
Tatmadım kavuşmayı / anlatamam.
Ama,
Seni özlemenin kitabını yazabilirim.
Anlatabilirim daldaki kuşa / topraktaki solucana.
Yokluğunda yıllardır
Özlemine dayanmayı öğrendim
Yokluğuna katlanmayı
Aşağılık avunmayı öğrendim nasılsa
Ustası oldum beklemenin
Tükenmek pahasına.

Ama hiç kimse / kavuşmayı,
İki derenin birbirine karışıp
Sarmaş dolaş aktığı yatağın yorgunluğunu
Sormasın bana ,anlatamam.
Çünkü seninle ben,
Ayrı kaynaktan doğmuş
Sularında hasretleri taşıyan
Başka denizlere koşan iki ırmağız.
Birbirimize uzak topraklarda tüketirken yılları
Aynamızda ayrı gökleri yansıtırız.
İşte onun için
İki dere nasıl karışır birbirine
Nasıl sığar iki nehir bir yatağa /bilmiyorum.
Seninle
Hiç aynı yatakta coşmadım ki!

Sen bana /yalnızca
Ve sadece
Kahpe sensizliği sor
Rezil beklemeyi , özlemeyi sor.
Tanrı şahidimdir
Kurda kuşa
Dağa taşa bile anlatabilirim.
Demem o ki uzaktaki yakınım:
Vuslatlara yabancıyım,
Ama,
Seni özlemenin kitabını yazabilirim.

Kâmuran Esen

Salı, Şubat 09, 2010

SANA KALAN SAZ

sana

yaralarımdan çiçekler,

ilk yardım geceler biraz da

ve yangında kurtarılması imkansız acılar

bırakıyorum...

seni özümün gizinde saklıyorum...

bütün aşklarımın izlerini sayıklayarak

ve aldatarak tüm sevdiklerimi,

sana

cinayetimin ipuçlarını bırakıyorum...

vasiyeti olmayan ölüler ülkesinden

(türkülerin sırtındaki muamma!)

yazık bir nakarat bırakıyorum sana

"ben sana gülüm demem

gülün ömrü az olur"

öç biter,

biter şarkı,

yaz olur...


Yılmaz Erdoğan

Pazar, Şubat 07, 2010

Bugün Pazar

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
Bu kadar benden uzak
Bu kadar mavi
Bu kadar geniş olduğuna şaşarak
Kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
Dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...

Nazım Hikmet