Perşembe, Kasım 24, 2011

Bizde oturduk sessiz ağıtlar yaktık...

İlk ne zaman yalnız kaldın...
İlk ne zaman sevdiğinle yattığın yataktan yalnız kalktın, hatırlıyor musun...
Peki ilk ne zaman sevdiğin için kahvaltı hazırladın ve kahvaltıyı onsuz yaptın...

Yıllar önceydi, takvim yapraklarında 24 Kasım yazıyordu, ben anlattığın 3 kelime oyununun hikayesini dinlerken "Sevmek, aşık olmak zor" demiştim...
İstanbul'da, boğaza bakıyorduk, sabah poyrazında titreyen ellerimle tutmaya çalışırken fırından yeni çıkmış simidimi, çok şey biliyordum(!) aşka dair...
İnsanın dili nasıl tutulur, kalbi nasıl atar, karnına giren kramplardan nasıl kıvranır, nasıl böğüre böğüre ağlar... dedim ya bilirdim(!) bunların hepsini...

"Sevgiyi yaşamaktır zor olan yoksa birini sevmekte/aşık olmakta ne var..." demiştin ve devamında da bir sürü şey söyledin, bense hiç birini anlamamıştım...
Bir sevgiyi yaşamanın ne demek olduğundan habersiz, korunaklı bahçemde saklanmıştım...

Sonradan öğrenmiştim ben, aslında çok sevmiştin onu, uğruna herşeyden vazgeçecek kadar sevmiştin...
Herşeyden vazgeçmeye hazırlanırken sevdiğin için, o bir anda yaşamaktan vazgeçmişti...
Öğretmendi, ilkokul öğretmeni...
Öğrencileri onsuz kalmıştı...
Annesi-babası evlatsız...
Sen...sensiz kalmıştın...

Ne adını, ne anısını andığını duydum senden... Hiç bilmedim, ama ben hep andım, tanıdığım herkese anlattım... Hep örnek gösterdiler bize, bizde hep örnek gösterdik bizden sonrakilere...
Bir sevgi nasıl örneklenirse öyle işte...

Her yıl, Yıldız alıp çiçeğini karşısına ilk çıkan ilkokula girip, karşısına ilk çıkan öğretmene verirmiş çiçeği...

Senin içinmiş, senin sevdiğin için...
Her yıl farklı çiçekler alırmış, hangi çiçeği sevdiğini bilmediği için... Karanfiller, güller, kır çiçekleri, papatyalar....

Hani senin bücürük, sarı civcivin varya o anlattı hepsini, hıçkıra hıçkıra ağlarken... Otobüs durağındaki "çiçeğim" reklamının önünde gökyüzündeki Yıldızların, Işıklarının ne kadar sürede yeryüzüne ulaştığının matematiğini yaparken...

Işık kırılırmış, bu kuralı en iyi sen biliyorsun sanırım...
Yıldızlar da sönermiş bu kuralı da en iyi biz biliyoruz...

Haber verdiler gittim, "Yıldızlar da Işıklar da çok uzaktaymış" dedi... Ben Yıldız'a baktım, bir Işık benim gözyaşıma çarpıp kırıldı...

Hikayeler anlattım ona, Yıldız'lı, hikayeler... sonra hiç tanımadığımız, adının ağzından nasıl çıktığını bile bilmediğimiz o çok güzel kadının hikayelerini anlattım...
Kaybettiğimiz öğrencilerinden ne Van'dan, ne Erçiş'ten bahsetmedim...
Hayırla yad ettik, ediyoruz...

Sen nasıl başa çıkıyorsun bilmiyorum ama biz dindiremiyoruz sızımızı...
Zaman yaraları falan iyileştirmiyor, o yaralarla yaşamayı öğrenmene yardımcı(!) oluyor o kadar...
Bu yaralar diğerleri gibi kabukta bağlamıyor, öle için için kanayıp duruyor...
İşin kötüsü kan kaybından da ölünmüyor...

Az önce herkes köşesinde nefessiz gözyaşı dökerken
"Hani nöbet tutarlar ya birbirlerinin yerine işte onun gibi bizde birbirimizin acısını tutuyoruz, sevdiklerimizin canı daha az acısın diye, daha az kanasın diye, kan kaybından ölmesin diye..." dedi oda arkadaşım...

Hepimiz sessiz ağıtlar yaktık...

Pazartesi, Kasım 14, 2011

...

“Sevgili Karen;

Eğer bunları okuyorsan, bir şekilde postalama cesareti buldum demektir. Aferin bana.
Beni pek tanımıyorsun ama anlamaya başladın. Yazı yazmanın, benim için ne kadar zor olduğuna dair konuşup durmaya meyilliyimdir.

Ama bu… Bu, bugüne dek yazdığım en zor şey. Bunu söylemenin kolay bir yolu yok. Öylece söylüyorum o yüzden: Biriyle tanıştım. Kazara oldu. Arandığımı söyleyemem. Hazırlıksızdım. Kusursuz bir fırtınaya kapılmış gibiydim. O bir şey söyledi, sonra ben başka bir şey. Ardından, bildiğim tek şey; hayatımın kalanını bu konuşmanın tam ortasında geçirmek istediğimdi. Geriye içimi yakan o his kaldı. Beklediğim kişi o olabilir. Kaçığın teki olduğunu söyleyebilirim. Bir şekilde gülümsetiyor beni. Fena halde nevrotik. Dikkat isteyen harika bir uğraş gibi. O, sensin Karen. Bu iyi haber.

Kötü haber ise; seninle ve korkudan altıma ettiren tüm bu meselelerle, tam şu anda nasıl bir arada olabilirim, bilmiyor oluşum. Çünkü, hemen şimdi seninle olmazsam hayatın içinde bir yerlerde kaybolup gideceğimizi hissediyorum. Dönüşlerle, kıvrımlarla dolu kocaman kötü bir dünya bu. Ve insanlar, bazı anları yok sayarak, ıskalayarak geçiştirmenin yolunu bulmuşlar. Ama bazı anlar her şeyi değiştirebilir. Aramızda neler oluyor, bilmiyorum. Üstelik sana, benim gibilere neden yok yere bel bağlaman gerektiğine dair söyleyecek bir şeyim de yok. Ama kahretsin, öyle güzel kokuyorsun ki… Yuva gibi.
Ve harika kahve yapıyorsun. Bunlar ele avuca gelir nedenler, değil mi?
Ara beni.
Belbağlanmaz Hank Moody‘n.”


http://www.youtube.com/watch?v=PR3D_lERjRo&feature=related

Perşembe, Kasım 10, 2011

AYRI AYRI

Kaçamak bakışlarımız dokunurdu birbirine
suçlu suçlu yürürdük
gülmeyi konduramadan dudaklarımıza
acılarla delik deşik
bir olgunluk izlerdi gölgelerimizi
yağmur ıslatırken kaçak evi
kimsesizliğimiz ayrı ayrıydı.

Aslında yakamıza yapışmasaydı aşk
sahtekarlar cennetinde çakışmasaydı yollarımız
sen ve ben
pekala kandırabilirdik kendimizi
mutluluk oynayarak ayrı ayrı
yas
içimizde uzun yolculuğa çıkmış olurdu
ve bitmemiş olurdu takas.

A. KADİR BİLGİN

Hala Koynumda Resmin

Sımsıcak konuşurdun konuşunca
ırmak gibi rüzgar gibi konuşurdun
yayla kokuşlu çiçekler açardı sanki
çiğdemler güller mor menevşeler açardı
Sımsıcak konuşurdun konuşunca
Hâlâ koynumda resmin

Dağları anlatırdın ve dostluğu
bir ceylan gibi sekerdi kelimeler
Sesini duymasam çölleşirdi dünya
dağlar yarılır ırmaklar kururdu
bulutlar çökerdi yüreğime
Hâlâ koynumda resmin

Gün akşam olur elinde kitaplar
ve bir demet çiçekle çıkıp gelirdin
bir kez bile unutmadın 'merhaba' demeyi
ve en yanık türküleri nasıl da söylerdin
bir dostun vurulduğu gün
Hâlâ koynumda resmin

Kaç mevsim kırlara çıkıp
çiçekler topladık mezarlar için
Belki ürküttük tarla kuşlarını
belki kurdu kuşu ürküttük
ama aşkı ürkütmedik hiç
Hâlâ koynumda resmin

Ve hâlâ sımsıcak durur anılar
sımsıcak ve biraz boynu bükük
Ne varsa yaşanmış ve paylaşılmış
yasak bir kitap gibi durmaktadır
ve firari bir sevda gibi
Şimdi duvarlarda resmin

Ahmet Telli


"Yaşadığım bu ayaz gecelerin ardından sımsıcak şiirler ve hatıralar biriktiriyorum, çılgın sağanaklardan sonra seni kurutabilmek için...Kimbilir belki birgün sen herşeye rağmen bana yine şiir okursun...Bende gözlerindeki çocuğa teslim olurum..."

Perşembe, Kasım 03, 2011

...Demem o ki / uzaktaki yakınım: Vuslatlara yabancıyım, Ama, Senin özleminin kitabını yazabilirim.

Kamuran ESEN



"İnliyen şu kabimin sesini duy yar"


ŞİİRİN ŞEHVETİ

öğle sıcağında şiir yazma bana
gecenin karanlığı ve büyüsü sinmeli mısralarına
tutkunun kokusu başını göstermeli
gözlerimi kapatabilmeliyim,
gece gözlerimi sana çevirmeli..

bir parça mavilik almalısın denizden
ve bulaştırmalısın yüreğime
öyle parça parça değil
bütün bedenime
hele bir de yağmur yağarsa,
değme keyfime
tut kolumdan sürükle beni../..yapış saçlarıma
dansa kaldır beni

öyle sıcağında şiir yazma bana
gecenin gölgesi örtmeli kelimelerin üstünü
üşüyen arzular bir cümlenin içine sığınabilmeli
utanmadan soyunabilmeliyim,
utancım dudaklarında bakireliğini yitirmeli

itinayla akıtmalısın isyanlarımı
ve fırlatmalısın uzaklara
öyle yavaş yavaş değil,
bir belayı uzaklaştırırcasına
hele bir de kolların sarmışsa beni,
dokunma sessizliğime
al başımı daya göğsüne../..okşa ruhumu
beni benden istercesine..

öğle sıcağında şiir yazma bana
bekle geceyi
bütün korkuların çekip gitmesini
gizlice../..görünmeden sana gelmemi
bekle gecenin notasız melodilerini
gecikmişliğini
delirmişliğini..


ne vakit saat geceyi vuracak
ne vakit yüreğimin artçıları bedenini sallayacak
ne vakit sen içimde../..ben dışında olacağım
o vakit şiirlerin en güzelini../..en tutkulusunu
ve en haylazını yaz bana..
yüreğinde uyuya kalırsam../..sakın uyandırma..


Pelin Onay